banner113

Haddini bilmek, hakkından vazgeçmek değildir

Halkın sorunları ile yakından ilgilenen ve kısa bir süre önce yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı 54 yıllık kan davasının barışla neticelenmesine vesile olmuş, yazılarında bölgenin ve ülkenin sorunlarını ve bu sorunların giderilmesi adına genel çözümler öneren Araştırmacı-Yazar M Burhan HEDBİ ile ülkedeki güncel havayı konuştuk.

Haddini bilmek, hakkından vazgeçmek değildir
Barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

M. Burhan HEDBİ Tabi öncelikle bu meselede konuşanların meseleye vakıf olması gerekir. Zira bir meseleyi bilmeden konuşmak o meseleye zarar verecektir. Bunu bir tavsiye olsun diye de söylüyorum. Bir meselenin/sorunun; dışında kalıp akıl vermek hatta veriyormuş gibi davranmak değil, içinde olup fikir ve çözüm üretebilmek hünerdir. 

Bir taraf ‘Çözüm süreci’ derken, diğer taraf da ‘Barış süreci’ demektedir. Bir başkası buna ‘İhanet’ diyebilmektedir. Bunun iyice anlaşılmasını önemsiyorum. Buna rağmen açılan bir kapı vardır. Bu kapı, ülkede ve bölgede sevindirici ve umut verici olduğu kadar bizleri de sevindirmektedir. Zira öncelikle insanımız ölmeyecektir. Kaç zamandır analar ağlamıyor, ocaklarımızdan fiğanlar yükselmiyor. Buna kötü demek veya bundan haz almamak, nekadar insani olabilirki? Kanın durmasından daha iyi bir şey olabilir mi? Fakat açılan bu büyük kapının ardını aydınlatmalıyız. Uzun vade için yuvarlak ve tatlı söz yetmeyebilir.

Hepimiz akiliz, akıl veren olmuşuz ama kimsenin akıl almaya ihtiyacı kalmamış… Bilirsiniz söylemek, atıp tutmak kolaydır. Hele asrımızda bu tarz, çokça revaçta… Kimimiz Mevlana oluruz, kimimiz Melayê Cizirî… Hatta bazen bu zatları da aşar bazılarımız; kimi Şems oluverir ışıksız, kimi de Lokman Parende veya Şah-ı Nakşibendî… Feqiyî Teyran veya derviş Yunus olmaya hiç kimsenin niyeti yok. Artık birbirimizi dinleme zamanı gelmiştir. Yapmamız gereken veya ihtiyaç duyduğumuz en büyük adım birbirimizi sansürsüz şekilde dinlemek ve duyduklarımıza tahammül etmektir bence.

Bunun için neler yapılabilir?  

M. Burhan HEDBİ Yaklaşım tarzı ve yapılması gerekenler net olmalı. Kısa ve net cümleler kurulmalı. Evcilleştirel bir yaklaşım olmamalı. Hedef sadece bugünkü silahları gömmek olmamalı. Dün de silahlar gömülmüştü bunu unutmamak gerekir. Atılan adımlar ‘günü kurtarmak’ amaçlı adım ve eylemler olmamalı. Hayalin küçükse büyümeyi unutmalısın! 

Hükümetin zaaf gösterdiği söyleniyor, siz nasıl algılıyorsunuz?

M. Burhan HEDBİ Ben buna katılmıyorum. Hükümet meseleyi “Kürdistan sorunundan” “Kürt sorununa” indirgedi. Eşit vatandaş olma hukukuna getirdi, bunu iyice kavramak gerekir. Unutmamak gerekir ki; yıllar yılı Kürtler de, Türkler de korkuyla uyumuştur. Huzurlu bir uyku için her iki halk da fedakârlık yapmalı artık. Bazen bu fedakârlığın içinde kendi hakkından vazgeçmek de olabilir. Bugün bunları konuşuyor olmak da anlaşılmalıdır. İnsanlarımızın ölmesinin önüne geçmek zaafiyetse, bu zaafiyet gösterilmeye değer bence. 

Açılan bu kapının ardının aydınlatılmasına değindiniz, bunu kim yapmalı?

M. Burhan HEDBİ Bu kapının ardını Devlet veya devlet namına hükümet aydınlatmalı. Aydınlatsın! Zira devlet her iki halkın devleti olduğunu iddia etmektedir. Bunu ispatlamakla yükümlüdür. Birlikte inşa edilen bir şeyde ortak olunmalı ve burada ortaklık hukukunun da işlevselliği olmalı. Bu hukuku işleyecek olan da devlet/hükümettir. 

Hükümetin böylesi bir girişimi yok mu, silahların susması konusunu nasıl görüyorsunuz?

M. Burhan HEDBİ Gördüğüm kadarıyla hükümetin böylesi bir çabası var. Bu bağlamda sayın başbakanın “Irkçılık şeytandandır ve ayaklarımın altındadır” sözünü önemsiyorum. Zaten bu ve benzeri söylemlerdir bölgede umutları oluşturan ve canlı kılan.

Her halukarda silahların susması taraftarıyım. Fakat silahlar kendi kendine patlamaz. Silaha sarılmanın nedenleri ortada durdukça, silahların susması beklenilmemeli. Bugün susar yarın patlar, bu iyice anlaşılmazsa bu sorun çözülemez. Ve bugünkü iradenin bu sorunların üzerine cesaretle gittiğini de görüyoruz. Ama devletin de bu duruma müsait olup olmadığını açmalıyız, tartışmalıyız. Silahların susmasını da anlamalıyız. Silahların patlamamasını silahların susması olarak anlamamalıyız. Silahlanmanın sebeplerini tartışmalıyız. Sebepler susturulmadıkça, ortadan kaldırılmadıkça silahlar susar mı?

Peki, sizce sorun nedir?

M. Burhan HEDBİ Bana göre şimdiye kadar en büyük sorun, samimiyetsizlik ve dolayısıyla sorunun tam olarak tanımlanmamasındaydı. Sebep toprak sorunu mu, kendi kaderini belirleme sorunu mu, kültürel haklar sorunu mu yoksa eşit vatandaşlık sorunu mudur? Bu soruların cevapları da netleşmelidir.

Kürtler ulusal, demokratik haklarını komşu milletler gibi kullanma hakkını elde etmedikçe, barış, kardeşlik ortak kader birliği, demokrasi ve insan hakları kavramlarının ayakları havada kalmaz mı? Burada sorun, Kürtlerin bir millet olarak ve millet olma haklarını kullanabilmeyi kabul etme sorunudur. Haddini bilmek, hakkından vazgeçmek değildir.

Zamanında Cezayirlilere sorulmuş: Paris’te ne varsa Cezayir’de de yapıldı. Neden böyle yaptınız?  “Ama biz Fransız değil, Cezayirliyiz”, cevabını vermişler.

Türkiye’nin bir Irak, bir Suriye olmaması için bunların altını çizip, içini de doldurmalıyız.

Peki nasıl çözülebilir?

M. Burhan HEDBİ Bana göre sorun ‘Temel insan hakları’ sorunudur. Soruna bu yönden yaklaşıldığı zaman çözümün kısa sürede ve kalıcı bir şekilde sağlanacağını düşünüyorum.

Örneğin bir ABD daha oluşturulabilir. Amerika Birleşik Devletleri var da, niye bir Anadolu Birleşik Devletleri veya Ortadoğu Halkları Birliği/Devleti olmasın? 

Zira ben meseleye sadece Kürt ve Türk penceresinden bakmıyorum. Bildiğiniz gibi bu ülkede Arap da var…

Şayet Türk’ün siyaseti, Kürd’ün cesareti, Arab’ın hikmeti birleşirse ortadoğuya ve dolayısıyla dünyaya da huzur ve barış kaim olacaktır diye düşünüyorum. Ve bunu gerçekleştirmeyerek sadece coğrafyamıza değil dünyaya da zarar verdiğimizi düşünüyorum. Türkiye’de yaşayan insanların ırkları da dinleri de bir değildir. Müslüman, Yahudi, Hıristiyan hatta ateist olanlar olduğu gibi bu coğrafyanın Kürd, Türk Laz, Çerkez ve Arap yurttaşları da var… Kısacası Türkiye küçük bir dünya! Meseleye kardeşlikten öte, hak ve hukuk merkezli bir anlayışla yaklaşmalıyız ki hukuk merkezli olan bu yaklaşım; kardeşlik hukukunu da kapsayacaktır zaten. Renkler ve diller övünülecek kendi malımız değiller. Aslında ayaklar altına alınması gereken etnisite değil, etnisite merkezli tekebbür olmalıdır. Bu meseleye ırk gözlüğüyle bakanlar, çözüm üretemez. Ve sorun ‘Temel insan hakları’ sorunu olarak insani boyutta ele alınıp çözümlenmelidir. 

22.04.2013

Güncelleme Tarihi: 23 Nisan 2013, 00:54
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER