banner113

KADIN ÜZERİNDEN EDEBİYAT YAPMAK

           Günümüz demokratik devlet yönetimleri, kadınların toplumsal konumlarını “pozitif ayrımcılık” yoluyla güçlendirmek için çeşitli girişimlerde bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak, kadının cinsiyetinden ötürü uğradığı hak kayıplarını ortadan kaldırmayı amaçlar. Sivil toplum kuruluşları ve toplum gönüllüsü bireyler de kadın-erkek eşitsizliğinin engellenmesi için çeşitli yollarla haklı ve yasal mücadelesini sürdürmektedir.

“Toplumsal cinsiyet eşitsizliği” probleminin kaynağı aslında çok derinlerde yatmaktadır. İlk çağlardan beri kadına, kadın emeğine ve kadın bedenine yönelik kimi çevrelerde “olumsuz bir algı” söz konusudur. Konunun can alıcı noktası ise kadını ötekileştiren, sömüren ve ezen araçlar olmaktadır. Şöyle ki politika(cı)nın, sermayenin ve medyanın kullandığı dil, olumsuz algının oluşmasında oldukça belirleyici olmuştur. Devletler üstü çok uluslu kimi şirketlerin reklamlarında kadın bedenini metalaştırarak ürün pazarlamaya çalışması başta medyayı denetlemekle görevli kurumların olduğu kadar sivil toplumun ve her bireyin karşı çıkması gereken bir konudur. Bireylerde, bu konuda farkındalık oluşmasını sağlamak amacıyla çeşitli kampanyalar başlatılması/yapılması oldukça yerinde olacaktır. Özellikle kadın örgütlerinin kadın istismarını engellemeye yönelik bu girişime ön ayak olması tabiri caizse onların “boynunun borcudur”. En basit ifadesiyle kendi hemcinslerinin sömürülmesine engel olmaya çalışmaları alkışlanacak bir durumdur. Bu süreçte oluşacak farkındalık sayesinde aklıselim her bireyden ve ilgili/ilgisiz kurumlardan/oluşumlardan destek görecekleri de şüphesizdir.

Tarih boyunca erkekler, cinsiyetleri nedeniyle dışlanmamıştır. Ancak, kadın salt cinsiyeti nedeniyle birçok ayrımcılığa tabi tutulmuş ve “birey” olarak yok sayılmıştır. Her ikisi arasındaki “biyolojik farklılık”, haklar ve yaşam standartları bakımından eşitsizlik kaynağı olmamalıdır. “Ataerkil aile ve toplum yapısı” nedeniyle kadınların uzun süre mücadele etmesini zorunlu kılmıştır. “Feminist” hareketlerin doğuşu da kadınların cinsiyetleri nedeniyle uğradığı haksızlıklarla mücadele etmek için “insan hakları aktivisti bireyler” tarafından desteklenmesine rağmen istenilen düzeyde olmadığı açıktır. Kadın-erkek eşitliğini sağlamak adına devletler tarafından sosyal politikaların geliştirilmesi/hayata geçirilmesi önemli bir adım olmakla beraber, yetersizdir. Bu aşamada “zihniyet değişimi” olmadıkça sorunun çözülemeyeceği unutulmamalıdır.  Kadının, “erkeğin uydusu” olarak görüldüğü ve kadın, erkeğe göre tanımlandıkça çözüm, oldukça uzaktır. Bundan dolayı, kadını, eş, anne, çocuk ve kardeş gibi “cinsiyet eksenli kimliklerinin ve rollerinin dışında” salt bir birey olarak görmek ve onu o şekilde tanımlamak/algılamak, gerçekleşecek zihniyet değişiminin başlangıcını oluşturacaktır. Çünkü sorun, “insan hakları” sorunudur. Çözüm de “insan hakları eksenli” olacaktır.

Kadın-erkek eşitliğini sağlamak için “temsiliyet” adına yapılan “kadın kotası” uygulaması tam da “dostlar alışverişte görsün”den başka bir işe yaramamıştır. Bu davranış biçimi “ben de demokrat ve ilerici bir anlayışa sahibim” demenin farklı bir yoludur ve var olan sorunu derinleştirmekten başka bir işe yaramadığına tarih, tanıklık etmeye hazırdır. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” sağlamak adına salt cinsiyetinden ötürü kadına yer vermek/yönetim süreçlerine dahil etmek, vitrin süsünden öteye geçmemektedir. Birçok siyasi parti, vakıf, dernek sendika gibi demokratik yaşamın vazgeçilmez unsuru olan yapılarda kadın kotasının uygulandığını görmekteyiz. Bu, sorunu çözmek için oldukça yetersiz ve etkisiz bir girişimden öte bir anlam taşımamaktadır.

“Üretim araçları” ve üretim ilişkilerindeki değişim “toplumsal rolleri” birbirine yaklaştırmıştır. Bu nedenle “kadın ya da erkek işi” kavramının kullanımı giderek azalmaktadır. Eğitim, zekâ, beceri ve yetişilen sosyal çevre gibi faktörler, bireyin kişiliğinin ve değer yargılarının oluşumunda önemli payı vardır. Üretmek/ekonomiye katkı sunmak için erkek ya da kadın olmanın hiçbir önemi kalmamıştır. Bu nedenle herkesin “çalışma hakkı” olduğu ilkesinden hareketle işverenlerin bu durumu dikkate almaları gerektiği açıktır.

“Kitle iletişim araçları” toplumda çeşitli konularda farkındalık oluşmasını sağlamada önemli ve etkili bir araçtır. Bundan dolayı medyanın “cinsiyetçi” ifadeler kullanmaması, toplumsal bilincin oluşmasına katkı sağlayacaktır. Ailede kız ve erkek çocuklarına eşit davranılması ve bu durumun okulda eğitimcilerce devam ettirilmesi, sosyal bilincin oluşması açısından oldukça önemlidir. Devletin, “otorite” olarak eşitsizlikle mücadelede “evrensel hukuk” kavramını gözeterek etkili kararlar alması ve eşitsizliğe yol açan davranışlara caydırıcı cezalar vermesi, sorunu çözebilecek adımlardır. En etkili çözümün ise “zihniyet ve bakış açısının değişmesi” gerektiği unutulmamalıdır.

Bilgi çağını yaşayan günümüz bireylerinin, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için “hoşgörü” ve “empati” ilkelerini hareket noktası olarak almaları ve soruna “temel hak ve özgürlükler” açısından yaklaşmaları gerekir. Bu, demokrasiye ve cinsiyet eşitliğine inanan birey için “insani”, “vicdani”, “ahlaki” bir zorunluluktur. 

YORUM EKLE