banner113

EVRENSEL AHLAK EKSENLİ TOPLUMSAL YAŞAM

              Birey, dünyaya geldiği toplumda geçerli “ahlaki değerleri” ilk olarak ailesi aracılığıyla öğrenir. Bu öğrenme süreci oldukça uzun olmakla beraber aile yaşamı, okul yaşamı, iş yaşamı, gibi alanlarda “edinilen/öğrenilen” kural ve değerlerle “birey”, toplumun bir parçası olarak yaşamına devam eder. Her ne kadar toplumların beslendiği kültürleri farklı olsa da bütün toplumlar tarafından kabul gören değerler, “evrensel ahlaki değerler” olarak tanımlanmaktadır.

            Evrensel ahlak, bireyin temel haklarını korumasının yanında toplumsal yaşamı da düzenleyen yazısız kurallar olması nedeniyle oldukça önemlidir. Birey, toplumsal ilişkilerinde bu ahlak kurallarına uygun davrandığı sürece toplumsal yaşam alanlarında kabul görür. Aksi takdirde “sosyal dışlama” yolu ile toplumdan izole bir yaşam sürdürmek zorunda kalır. Söz konusu bu ceza, toplumu oluşturan bireylerin sanki el ve ağız birliği etmişçesine verdiği bir ceza olmakla birlikte bu ceza yasal yaptırımlardan daha güçlü ve caydırıcıdır. Bundan dolayı, bireyler kendi yaşamları ile ilgili kararları verirken kendi iradeleri ile beraber “toplumsal değerlerleri” de göz önünde bulundururlar. Verilen karar nedeniyle diğer bireylerin etkilenmesi söz konusu ise özgürlük alanına dikkat edilmelidir. Çünkü özgürlük alanının sınırı diğer bireyin/bireylerin özgürlüklerinin başladığı sınırdır.

            “Özel mülkiyet” kavramının ortaya çıkması ile beraber hukuk kurallarının oluşmaya başlaması, dinin toplum yaşamında önemli bir hale gelmesi, demokrasi ve demokrasi kavramlarının yayılması ve giderek güçlenmesi, sendikalaşma ve sınıfsal mücadeleler, ulus devletlerin kurulması ve anayasal gelişmeler, “evrensel ahlak” kavramının oluşmasında önemli etkenlerdir. Bu nedenle toplumsal yaşamda ahlak kavramı ya da “ahlaki davranış” olarak yapılan nitelendirmeler, bireye ve topluma olan etkisi göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Söz konusu ahlaki değerin kazandırılma aşamasında “inanç” önemli olmakla beraber ailenin ve eğitimcilerin rolü de oldukça etkilidir. Çünkü birey, birçok kuralı, değeri ve davranışı “sosyal öğrenme” yoluyla öğrenir. Bu kapsamda aileye ve özellikle eğitimcilere önemli bir görevin düştüğü çok açıktır. Özellikle bireyin eğitiminde “empati”, “hoşgörü” ve “farklılıklara saygı” kavramlarının kazandırılması öncelikli olmalıdır. Her üç kavram, evrensel ahlaki değerler arasında önemli bir yer tutar.

            Günümüzde birçok toplumda çeşitli nedenlerden kaynaklanan sorunlar yaşanmaktadır. Bu toplumlarda geçerli “iç hukuk kuralları” sorunların çözüm noktasında yetersiz kaldığı için bu sorunlar aşılamamaktadır. Sorunlar, çözül(e)mediği için birey ve toplum bundan zarar görmektedir. Birçok sorunun çözümünde “empati”, “hoşgörü” ve “farklılıklara saygı” eksenli bakış açısının temele alındığı bir yaklaşım gösterilmesi çözüm açısından oldukça önemlidir. Çünkü toplumsal sorunların temelinde “saygı duymama”, “ötekileştirme” ve “temel insani hakları yok sayma” kaynaklı olduğunu söylemek mümkündür. Etnik kimlik, inanç, dünya görüşü, cinsiyet ve politik tercihlerin farklı olması, her bireyin farklı kişiliğinin olmasının doğal sonucu olarak görülmeli ve bu kapsamda değerlendirilmelidir. Bütün politik yönetimlerin de söz konusu bu farklılıklara eşit yaklaşması, yapıcı ve birleştirici bir dilin kullanılması sorunların çözümü noktasında ciddi katkılar sağlayacaktır.

            İçerisinde bulunduğumuz bilgi çağı olarak nitelendirilen sanayi sonrası dönemde “birey” kavramı ön plana çıkmaktadır. Bireylerin “bilgi ve bilinç düzeyleri” yükseldikçe “temel insani haklar” bakımından daha fazla hak talep etmektedirler. Bu, bireyin özgürlük alanını genişletmek istemesiyle ilgili ve haklı bir durumdur. Çünkü birey, hem içerisinde bulunduğu toplumun bir parçası hem de sahip olduğu ve ortaya koyduğu irade açısından, toplumdan bağımsız bir varlık konumundadır. Bundan dolayı toplumsal yaşama aykırı olmayan ve diğer bireylerin özgürlük alanını ihlal etmeyen haklar talep etmesi oldukça doğal bir süreçtir. Devlet yönetimlerinin, bireylerin bu masum ve haklı taleplerini karşılamaları “demokratik ilkeler” açısından bir gerekliliktir. Bu noktada toplumsal yaşamda etkili olan demokratik bütün bileşenler -siyasi partiler, medya, sivil toplum örgütleri, üniversiteler, sendikalar- “demokratik bir toplum” ve “daha yaşanılır bir dünya” için birlikte hareket etmelidir. Bu bileşenler, olabildiğince daha çok bireyin, “yönetim sürecine” ve “karar alma” mekanizmalarına etkin katılımını sağlayarak geniş tabanlı bir temsili de sağlamalıdır. Bu, birlikte ve ortak bir amaç için hareket etme bilinci, daha yaşanılır bir dünya için bir zorunluluktur.  

YORUM EKLE