Yakın zamanda kaybettiğimiz edebiyat ustası Yaşar Kemal’in “Dağlar,  insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir, barıştır.”  dizeleri içinde bulunduğumuz süreci ifade etmesi açısından oldukça  anlamlıdır. Çünkü barış, insanın sahip olduğu tüm haklarıyla var  olmasının tek koşuludur. 
 Demokrasinin farklılıkların birlikte yaşayabildiği yönetim şekli  olduğunu "tarihsel süreç", bütün insanlığa göstermiştir. Buna karşılık  belirli dönemlerde ekonomik, politik ve sosyal nedenlerden kaynaklı  savaşların yaşanması, insanlığa büyük bedeller ödetmiştir. Çünkü  savaşlar geride büyük yıkımlar bırakır. Buna bağlı olarak bu yıkımların  bireylerde de oluşturduğu derin izler, bir yaşam boyu bireyin  belleğinden silinmez durumdadır. 
Bireylerin farklılıkları, "toplumsal yaşam" açısından "zenginlik"  olarak nitelendirilmektedir. Farklı etnik kimliklere sahip bireylerin  yaşam biçimlerinin, inançlarının, dillerinin ve dünya görüşlerinin de  farklı olması oldukça doğal bir durumdur. Demokratik kültürün egemen  olduğu toplumlarda farklılıklar, zenginlik olarak değerlendirilmekte ve  hiçbir şekilde eşitsizlik nedeni olarak görülmemektedir. 
Eğitim sisteminin "evrensel değerler" esas alınarak  temellendirilmesi sonucunda bireye, "farklılıklara saygı ve hoşgörü"  gibi değerler kazandırılarak demokratik ilkelerin toplumsal yaşama  egemen olmasının yolu açılmış olur. Medyanın da kullandığı dil,  toplumsal reaksiyon açısından belirleyici bir özelliğe sahiptir. Bu  açıdan medyanın ve medyatik kişilerin barışı, uzlaşıyı ve hoşgörüyü ön  plana alan bir dil kullanmaları son derece önem arz etmektedir. 
Toplumu oluşturan kimlik ve inanç gruplarının devlet yönetiminde  temsiliyetlerinin sağlanması, "aidiyet duygusu"nun oluşması açısından  önemlidir. Bu nedenle seçimlerde uygulanan ülke barajının kaldırılması  ya da olabildiğince aşağı çekilmesi çok sesli ve çok renkli bir siyasal  yönetim yapısının zeminini oluşturacaktır.  Kaldı ki demokrasinin temel  ilkelerinden biri de “temsilde adalet”tir. Ülke yönetiminde söz hakkı  olmayan bir etnik kimliğin ya da inanç grubunun kendini “öteki” olarak  hissetmesi ve buna bağlı olarak bütünün parçası olamaması toplumsal  barışın zedelenmesi anlamına gelmektedir. 
 Demokratik ülke yönetimleri, inançların ve kültürlerin kendi  varlıklarını geliştirebilmelerini ve sürdürebilmelerini sağlayıcı  önlemleri almak durumundadır. Çünkü her kültür, inanç, kimlik ve dil,  gökkuşağının her bir rengi gibi birlikte anlam kazanmaktadır. Bu nedenle  bütün kültürler, inançlar, diller ve kimlikler, birbiriyle eşittir ve  bir bütünün vazgeçilmez parçaları konumundadır. Devlet yönetimlerinin de  her farklılığı doğal kabul etmesi, demokratik ilkeler açısından da bir  zorunluluktur. 
Toplumsal yapı içerisinde yer alan farklı kimlik, inanç ve kültür  gruplarının birbirlerini ötekileştirmek yerine birbirlerinin  sorunlarının çözümünde birlikte hareket etmeleri toplumsal barış  açısından önemlidir. Aksi takdirde her grup kendi sorununa çözüm  arayışında olacağı için diğer grubun / grupların sorununa sahip  çıkılmadığından çözümsüz kalacaktır. Bu durumu özetlemek gerekirse  kültür elçisi olarak tanımladığım bir aydın insanımızın bu ülkede barış  için Mezopotamya ovasında kemençenin, Ayder yaylasında da davul-zurnanın  çaldığı sürece mümkündür demesi tam da bu durumu ifade etmektedir. 
Demokrasinin gelişmesi ile birlikte insan hak ve özgürlüklerinin  kullanımı konusundaki yaşanan problem son bulacak, daha özgür ve kendini  daha değerli hisseden bireylerden oluşan bir toplumsal yapı  şekillenecektir. Bu yapı aynı zamanda kültürel, akademik ve teknolojik  ilerlemenin, daha açık ifadesiyle ülke kalkınmasının da ön koşulu olduğu  unutulmamalıdır. 
Barışmak için bağırmamak ve bağrışmamak gerektiği, barış ve  uzlaşı yanlısı kişiler tarafından göz önünde bulundurulması gereken  önemli bir noktadır. Barışı, empati, hoşgörü ve farklılıklara saygı  getirecektir.  
