banner113

Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım Zamanaşımı ile ilgiliyasa teklifini meclise sundu.

"Yaşam hakkı ihlaline giren bütün suçlar, 'insanlığa karşı işlenmiş suçlar' kapsamına alınmalı ve bu davalar zaman aşımı dışında tutulmalı"

Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım Zamanaşımı ile ilgiliyasa teklifini meclise sundu.
HDP Mardin Milletvekili Gülser Yıldırım, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, yaşam hakkı ihlaline giren bütün suçların "insanlığa karşı işlenmiş suçlar" kapsamına alınması ve bu davaların zaman aşımı dışında tutulması gerektiğini söyledi. Basın açıklamasını olduğu gibi siz değerli okurlarımızlan paylaşıyoruz.

Değerli Basın Emekçileri,
Dünyadaki bütün barış, müzakere ve normalleşme süreçlerine baktığımız zaman en temel uygulamalardan birinin de geçmişle yüzleşme ve hakikatleri ortaya çıkarma mekanizmalarının işletilmiş olmasıdır. Toplumsal barışın ve normalleşmenin mimarı olduğunu iddia eden AKP Hükümeti ne bu günüyle ne de geçmişle yüzleşebilecek siyasal iradeyi asla gösterememiştir. İktidara geldiği günden beri gündemden düşmeyen sokak infazları, usulsüz yargılamalar, hasta tutsaklar konusunda en ufak bir hukuksal mekanizma işletmemiş tam tersine söz konusu ağır hak ihlallerinin ya arkasında durmuş ya da görmezlikten gelmiştir.
Gün geçtikçe daha çok içine kapanan ve otoriterleşen AKP Hükümeti’nin geçmişte ve kendi döneminde yaşanan insan hak ihlallerine karşı yaklaşımını bir samimiyet ölçüsü olarak kabul ediyoruz. Sadece son iki yılda Gezi olaylarında, İran ve Rojava sınırında, Hakkari Yüksekova, Diyarbakır Lice ve en son dün Adana Seyhan’da15 yaşında bir çocuğun katletilmesi,gerçekleşen sivil infazlar karşısında hükümetin takındığı tutum hükümetin kendi iktidarını sürekli kılmak için en ağır insan hakları ihlallerini bile görmezden gelebildiği gerçeğini gözler önüne sermiştir. Dünyanın hiçbir yerinde normalleşme ve helalleşme süreçleri bu şekilde işlememiştir. Anayasayı bile değiştirebilecek bir siyasal erkin sahiplerinin kendi dönemindeki ve geçmişteki hak ihlallerinin faillerini kanun önüne çıkarmıyor olması eski geleneği olduğu gibi devam ettirdiğinin de göstergesidir.
Evrensel hukuk normları ve bütün uluslar arası insan hakları sözleşmelerine göre ‘yaşam hakkı’ en temel insan haklarından biridir. Kendi hükümeti döneminde gerçekleşen yüzlerce yaşam hakkı ihlali için hukuk işletmeyen bir hükümetin geçmişte yaşanan binlerce faili meçhul cinayeti gün yüzüne çıkarıp faillerini yargılaması mümkün değildir. 13 kişinin ölümünden sorumlu eski Derik Jandarma Bölge Komutanı Musa Çitil’inyargılandığı davadan beraat etmesi, bölgemizde doksanlı yıllarda binlerce insanın ölümünden sorumlu olan eski üst düzey asker ve bürokratların hala yargılanmamış ve ceza almamış olması manidardır. Kendisine yönelen en ufak bir hamleyi yargıyı da arkasına alarak bertaraf etmeye çalışan hükümet halka karşı işlenmiş hak ihlalleri konusunda sessizliğini ve duyarsızlığını hiçbir zaman elden bırakmamıştır. Çünkü samimi değildir; günü kurtarma derdindedir!
Uluslar arası bütün insan hakları sözleşmelerine göre devletler yaşam hakkını korumakla mükellef tutulmuşlardır. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesi “insan haklarına saygı yükümlülüğü” başlığını taşır ve bu yükümlülük “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkese bu Sözleşme’nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlükleri tanırlar.” şeklinde ifade edilir.
Anayasa’nın 17.maddesinde herkesin yaşam hakkına sahip olduğu vurgulanmış ve yine Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38.maddesine 7.5.2004 tarihli 5170 sayılı Kanunun 5.maddesi ile “ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez” şeklinde hüküm konmuştur.Ancak yaşam hakkı ihlali yalnızca ölüm cezasının yasalarda bulunma ve bu cezanın infazı sorunundan ibaret değil. Türkiye bakımından ölüm cezası sorunu aşılmış bir sorun olmakla birlikte, “yargısız infaz” diye nitelendirilen polisin keyfi silah kullanmasına bağlı öldürmeler özellikle 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu değişikliklerinden sonra artış göstermiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 13. Maddesine göre bireyin temel hak ve özgürlüklerini ihlal eden herkes, ihlal eden kişiler resmi görev yapan ve resmi sıfatlarına dayanarak yapmış olsalar bile mağdurların ulusal bir makama etkili bir başvuru yapma hakkına sahip oldukları özellikle belirtilmiştir.
Ne yazıktır ki ülkemizde zorla kaybedilen ya da infaz edilen insanlar çoğunlukla kanunun korunmasının dışında bırakılmakta bu durum kaybolan kişilerin ailelerine büyük acılar yaşatmakta, insanların hukuk önünde eşit olduğu hükmünü geçersiz kılmaktadır. Uluslar arası hukukun güvence altına aldığı kanun önünde birey olarak tanınma, serbest bırakılma ve bireyin güvenliği ile kişinin işkence ve diğer insanlık dışı ve küçültücü muameleye maruz kalması ağır insan hakları ihlali olarak belirlenmiş olmasına rağmen ülkemizde bu olgular zamanaşımı ve hukuksal bir duyarsızlığa kurban edilmektedir.
1991 ve 97 yılları arasında özellikle Kürt illerinde yoğun biçimde yaşanan gözaltında kayıp, sokak cinayetleri ve faili meçhul diye adlandırılan politik cinayetler ile ilgili etkili bir soruşturma ve yüzleşme maalesef yaşanmamıştır. Zamanaşımı sorunu yüzünden işlenen binlerce cinayet ile ilgili bütün hukuksal süreçler tıkanmıştır. Kişinin yaşam hakkına karşı gelişen cinayetler Türk Ceza Hukukunda ‘insanlığa karşı işlenmiş suçlar’ kapsamına girmediği için zaman aşımı engeline takılmakta ve gerçek bir toplumsal uzlaşma ve helalleşmenin önü tıkanmaktadır. Türkiye, acilen zorla yerinden etme, faili meçhuller, gözaltında kayıplar ve sokak infazları şeklinde ortaya çıkan yaşam hakkı ihlallerine ilişkin bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurmalıdır. Ayrıca Türkiye, Birleşmiş Milletler Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına dair Uluslararası Sözleşme’nin tarafı olmalıdır.Türkiye, ceza kanununda Sözleşmede de belirtildiği gibi zorla kaybetmeyi yasaklayan ve bu suçu bir insanlık suçu olarak niteleyen hükme yer vermelidir.
Böylelikle zorla kaybetme bakımından zamanaşımının işlemeyeceği garanti altına alınmalıdır. Türkiye, kapsamlı bir şekilde kayıplar ve toplu mezarlar konusunda insan hakları ve diğer ilgili sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile toplu mezarları uluslararası insan hakları belgelerine uygun şekilde ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86 ve 87.maddelerine uygun şekilde açmalı ve süreç Jordan Prensiplerinde öngörüldüğü gibi işlemelidir.
Soruşturma ve kovuşturma makamları kamu görevlilerinin karıştığı olaylar bakımından uyguladıkları cezasızlık politikasından vazgeçmelidir. Bu gün bile onlarca siyasi cinayetten yargılanan ve hala davaları devam eden bir takım rütbeli subaylar hala görevlerini yürütmekte ve kanunun onlara sağladığı bütün ayrıcalıkları sonuna kadar kullanmaktadırlar.
Kanun mevzuatında zorla kaybedilen kişilerle ilgili yasal düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen söz konusu suçlar insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına alınmamakta ve zamanaşımı yüzünden birçok dava düşme durumuyla karşı karşıya gelmektedir. Mevcut olan kanun maddeleri yakınlarını kaybeden insanların mağduriyetini gidermemekte ve kamu vicdanını ciddi anlamda zedelemektedir.
HDP olarak bizler özellikle son otuz yılda bizzat devlet ve devletin paramiliter güçleri tarafından işlenen on binlerce cinayetin, hak gaspının ve insan kaybetmelerin acilen açığa çıkarılmasının barış ve müzakere ettiğini iddia eden hükümetin en önemli görevlerinden biri olduğuna inanıyoruz. Bunun bütün yasal dayanaklarının hızla oluşturulması ve güvenlik güçlerine neredeyse sınırsız bir insan öldürme yetkisi veren bütün kanunların ortadan kalkmasının sağlanması gerektiğini savunuyoruz.
Bütün bunlara bağlı olarak ‘yaşam hakkı ihlali’ kapsamına giren bütün suçların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamına alınması ve bu davaların zamanaşımı ilkesi dışında tutulması amacıyla parti olarak bu gün meclise kanun teklifimizi sunacağız…
Hepiniz saygı ile selamlıyorum…

Güncelleme Tarihi: 16 Haziran 2014, 15:18

derik47

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER