banner113

Nusaybin; Kurgular Ve Gerçekler

Öncelikle şunu unutmamalıyız; İnsan biyolojik bir varlıktan çok sosyal ve duygusal bir varlıktır. Nesneler, eşyalar, mekân ve zaman ile kurduğu ilişkilerde insan, rasyonel olmanın yanında duygusal bağlar da oluşturur.  Kaldığı evin, tanıştığı kişinin, alış-veriş yaptığı marketin ve bindiği aracın oluşturduğu hatıralar üzerinden duygusal bir birikim oluşur.

Dolayısıyla maddi kayıp ve zararlardan çok duygusal kopuşlar ve kayıplar nedeniyle oluşan boşluklar göç eden insanlara daha çok ızdırap vermektedir. Bunun telafisi uzun zaman alabildiği gibi, bazen de imkânsız olmaktadır.

Nusaybin ve diğer ilçelerimizde vuku bulan olaylar ve sonrasında gerçekleşen büyük insani dramın maddi olduğu kadar manevi boyutunun da göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Sokakları kazıp derince çukurlar açmak, patlayıcıları döşemek,  gasp edip yaktıkları arabalarla ve taşlarla barikat oluşturma gerekçesinin de bir senaryosu vardır. Bu senaryolar üzerinden sosyal, ideolojik ve psikolojik bir kurgu hedeflenmekte idi. Örgüt yetkilileri veya örgüte yakın odakların yoğun olarak dillendirdiği senaryolardan işte bir kaçı;

 Senaryo:1- Devlet, Kürtleri imha etmek! için toplu katliam yapacak ve bunun hazırlığını yapıyor. Devlet katliamının! önüne geçmek ve zaman kazanıp engelleyebilmek için sokaklara ve caddelere hendekler kazılıp barikatlar kuruluyor.

Senaryo:2- Mahallenin çocukları, sivil halkı ve ailesini asker-polisten korumak! için çukurların ve barikatların arkasında nöbet tutuyor.

Senaryo:3- Devlet mahalleye girmek için operasyon yaparsa, mahalleli çocuklar bunlara direnecek, mahalle/ilçe halkı da bunları sahiplenmek için alanlara çıkacak ve devlet büyük bir katliam gerçekleştirecektir. BM, AB, İnsan Hakları örgütleri ve başta ABD olmak üzere Küresel güçler Türkiye’ye çağrıda bulunup bölgeyi terk etmesi istenecektir. Böylece bölgedeki ilçeler ve topraklarda sınırın aşağısında PYD, kuzey paralelinde de PKK egemen olacaktır. Türkiye bölgeden çekilmezse! Küresel güçler ve kurumlar Türkiye’yi kınayacak, ilişkileri donduracak, Türkiye’ye ambargo uygulayacak ve gerekirse Irak ve Suriye’de olduğu gibi fiili müdahalede bulunacaklar.

Senaryo:4- İlçe ve mahallelerde sokakların çukurlarla ve bariyerlerle giriş-çıkışlarının kapatılarak devlet operasyonlarına davetiye çıkarılmasının ilçede yaşayanların rutin hayatını olumsuz etkileyeceğini ve halkın bunu kaldıramayacağı, bu nedenle bunun dayatılmaması gerektiğini söyleyenlere, PKK/KCK; “hendek ve barikatları şehir savaşında önemli bir kazanım ve tarihi bir fırsat” olarak savunmuştur.

Senaryo:5- Aslında devlet, örgütün sokaklara bu kadar yoğun patlayıcı yerleştirmesine ve sokakları kazmasına bilerek göz yumdu ve böylece ağır operasyon yapmasına kılıf hazırladı. (Halkın evini-barkını terk etmesi sonrası oluşan büyük dram sonrasında örgütün sivil propagandası)

Propagandası yapılan bu senaryoların ne kadarının doğruluk ve haklılık taşıdığını, oluşan acı tabloda halkın buna ne kadar inandığı ve ikna olduğu hususu üzerinde durmaya değer bir konudur.

Örgüt, halkın Nusaybin’den ayrılmasını istemiyordu. Mao’nun sloganlaştırdığı “derya (halk) içinde ve derya ile beraber” bir çatışma tasarlanıyordu. Sınırın alt tarafında (Kamışlo, Amude, Afrin, Cızire, Kobani) PYD bir egemenlik alanı oluşturmuş ve ‘Kanton’ yönetim tarzı uyguluyordu. Örgüte göre bu, Kürtler için büyük bir kazanımdı! ve aynısı Nusaybin’de, Cizre’de, Sur’da niçin uygulanmasındı? Ayrıca genel ve yerel seçimlerde de seçmenin yüzde doksandan fazlası örgüte paralel siyasi partiye (HDP) oy vermektedir. Küresel güçler ile de ileri bir eşgüdüm ve işbirliği oluşmuş,  karmaşıklaşarak bölgesel kaosu besleyen Suriye iç savaşının oluşturduğu yerel ve bölgesel dengelerin de örgüte alan açtığı ve manevra kabiliyetini büyüttüğü var sayılıyordu.

Ancak senaryo tutmadı.

1-Sokakları kazıyarak bomba döşeyenler ve barikatları oluşturanların çoğu, mahallenin bildik-tanıdık maruf evlatları değil, simaları yabancı ve yüzleri maskeli -başka çocuklar- olduğu görüldü. Zira Kürt mahallesinin parmak kadar çocuğu, mahallenin yetmişlik dedesine/ninesine züppelik yapamaz. On gün önce doğum yapmış annenin kucağındaki bebenin üzerindeki battaniyesini çekiştiremez, alamaz.  Kürt mahallesinin örfü buna onay ve imkan veremez.

2-Barikatların arkasında silahlı nöbet tutturmak için çağrılan çocukların ve gençlerin aileleri adeta çocuklarının üzerine kapanarak onların evden çıkmamalarını veya ilçeyi terk etmelerini istedi…

3-Halkın barikat, çukur ve patlayıcılarla izole edilen mahalle ve sokaklarda silahlanıp devletin mahalleye girmesini engellemeye girişmesini bekleyenler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Çünkü halk, devletin operasyona başlayacağını sezdiği andan itibaren çoluk-çocuğunun elinden tutarak, yaşlısını sırtlayarak ve hastasının koluna girerek mahallesini terk etti. Üstelik hiçbir eşyasını almasına izin verilmemesine ve yüzü maskeli- eli silahlı sokak haydutlarının tehditlerine rağmen ve arkalarına bakmadan çekip gittiler.

İlçe halkı bizi davet etti, çukurları kazma, barikatları oluşturma ve devleti buradan izole etme iradesini halk ortaya koydu, biz de Halk Savunma Güçleri  (YPG) olarak bunun gereğini yapıyoruz kurgusu, ailelerin toplu olarak ilçeyi terk etmesiyle çöktü.

 Nusaybin’de Mao’nun “halkın içinde, halkla beraber” sloganı, tutmadı. Tek partili dönemlerin CHP’si tarafından politikaya uygulanan “halka rağmen halk için” anlayışı pratize edildi.

Nusaybin’den kaçan halk, yüz metre güneydeki Kamışlo’ya gitmedi; Kobani ya da Afrin’i de düşünmedi ve içinden bile geçirmedi. Oysa Kamışlo’da Esed’in PKK/PYD’ya açtığı krediyle oluşan bir kanton yönetim vardı. Aynısını Nusaybin’e de yansıtacak ve fiili bir durum oluşturacaklardı. Halk yüz metre yakınlarındaki Kamışlo yerine 1500 km uzaktaki İzmir’e, Mersin’e ve Mardin’e kapağı attılar. Halkımız geleceğini, umudunu nerede arıyor sorusunun da cevabıdır bu.

Devlet, doksanlı yıllarda olduğu gibi kırsalda açık operasyon alanları oluşsun diye ve dönemin terörle mücadele konsepti olarak köylerin boşaltılarak sakinlerinin tar u mar olmasını sağlayarak şehir operasyonlarına yönelmedi. Bilakis, evlerde, binalarda, hatta mahallede sivil vatandaşlar bulunduğu sürece kapsamlı operasyonlardan kaçındı. Sivil vatandaşların oluşacak mağduriyetlerinin giderileceğini ve kimsenin aç ve açıkta kalmayacağın duyurdu.                                                                                                      

4- 2011 yılında Diyarbakır’da DTK tarafından bölgede ‘özyönetim’e geçileceği kararı verildi. Kandil yöneticileri tarafından ‘özyönetim’in gereği olarak ‘öz savunma’ya geçileceği ilan edilmişti. 20 Haziran 2015’te başlayan eylemler zincirinin ardından bazı ilçe merkezlerinin bazı mahalle ve sokakları barikat ve çukurlarla girilemez hale getirilmesi ve silahlı unsurlarca zapt-u rapt altına alınmaya çalışılması da bu ‘özyönetim’in bir pratiği idi. Başta Demirtaş olmak üzere bir çok HDP’li yetkili ve KCK yöneticisi barikatların ardında duran silahlı gençleri ‘direnişin sembolü’ olarak selamlayarak halkı da arkalarında durmalarını beklediklerini ifade ettiler. Sadece bölgedeki Kürtlerin değil, batı illerindeki ve metropollerdeki Kürtlerin ve demokratların da bu direnişe! sahip çıkılmasını isteyen mesajı verdiler. Dolayısıyla ‘devlet kasten buna göz yumdu ki, buraları tahrip etsin’ kurgusu ve propagandası mesnetsiz kalmakta ve inandırıcı olmamaktadır.

Hayat devam edip akmaktadır. Kürtlerin de doğal olarak çocuklarını okutmak, müreffeh bir hayat standardı yakalamak, ticaretini sürdürmek, güven içinde yarınlarını tasarlayabilmek ve önünü görmek gibi talepleri bulunmaktadır. Ancak örgüt, bu gerçeğe gözünü kapatarak, son şehir çatışmalarıyla onları topyekûn militanlaşmaya zorladı. Bu sosyolojinin ve beşeri tarihin kurallarını hiçe saymak olarak görüldü ve Nusaybin halkı tercihini ölmek/öldürmekten yana değil, yaşamak ve geleceğini kurtarmaktan yana kullandı.

Bu kritik tercihini ortaya koyan Nusaybin (ve diğer ilçelerdeki) halkını aç ve açıkta bırakmamak devletin olmazsa olmaz görevidir. İlgili kurumların bu konuda seferberlik ruhu içinde çalışarak halkı rahatlatmaları gerekmektedir. Çatışma ve operasyonlar nedeniyle mağdur olan halkı inanç, fikir ve yapılarına bakmaksızın vakıf, dernek ve gönüllü sivil toplum kuruluşları ile hayırsever insanımızın da sahiplenmesi gerekmektedir.

Maddi kayıpların bir şekilde telafisi mümkün olsa bile, duygusal travmaların atlatılması daha zor görünmektedir. Hafızayı ve hatıratı toparlamak, eşyaları toparlamaktan daha çok emek ister.

YORUM EKLE