KÖPRÜ

Size iki kardeşin hikâyesini anlatmak istiyorum. Denir ki babaları sağken asla mal ayırımı yapmayan iki kardeş vardı. Babaları ölünce de uzun süre bu anlayışları devam etmiş. Kendilerine babalarından miras kalan tarlayı ikiye ayırsalar da yıllarca beraberce ekip biçmişler. Bu tam 40 yıl devam etmiş. İki kardeşin yıllar süren sevgi dolu yaşamlarına her nasılsa bir gün bir soğukluk düşmüş. Şimdi hatırlayamayacakları kadar sudan bir sebepten dolayı önce makinelerini, aletlerini, işçilerini paylaşmamaya başlamışlar, sonra birbirlerine kırıcı sözler sarf etmişler, en sonunda da selamı sabahı kesmişler.
Bir sabah Mehmet’in kapısı çalınmış. Açıp, bakınca, elinde alet çantası olan bir marangozu karşısında görmüş.
“Birkaç günlük bir iş arıyorum” demiş adam, “marangozluk bir işiniz var mı acaba?”
Adamı süzerken birden aklına gelir Mehmet’in: “Evet” demiş, “şu kanalı görüyor musun? O kanalın ötesindeki tarla bir komşuma ait. Yani aslında abime. Geçen haftaya kadar o kanalın yerinde cennet yeşili bir çayır vardı. Geçen hafta bir kepçe getirtti ve o kanalı açtırdı. Çünkü bana karşı garezi, kini var. Ama ben de altta kalacak değilim. Şu ahırın yanındaki kütükleri görüyor musun? O kanal boyunca tam iki metre yüksekliğinde bir duvar yap ki bir daha onun ne toprağını ne de yüzünü göreyim.”
“Anladım efendim” demiş marangoz, “bana kazma, kürek, büyük testere ve çivi tedarik ederseniz hemen çalışmaya başlarım.”
Mehmet, marangozun ihtiyaç duyduğu malzemeleri tedarik etmiş ve ertesi gün ailesiyle birlikte kasabanın panayırına gitmiş. Panayırdan döndüklerinde marangoz işini bitirmiştir. Ama Mehmet gördükleri karşısında şaşkına dönmüş, gözlerine inanamamış. Çünkü, ortada duvar filan olmadığı gibi kanalın üzerine bir köprü yapmıştı marangoz! İki tarlayı birbirine bağlayan, sanat(çı) işi bir şaheser köprü.
              Düşüne düşüne yürüyerek köprünün başına gelmiş. Başını kaldırdığında öbür taraftan köprüye yaklaşan ağabeyi Ali’yi görmüş. Ali de köprüye gelmiş, biraz durakladıktan sonra, köprünün üzerinden geçmiş, doğruca Mehmet’in yanına gelip, kollarını açmış:
             “Ben ayırdım, sen birleştirdin. Yaptıklarımdan utanıyorum. Beni affedecek misin Mehmet?"
             Ali’nin bu sözü iki kardeşi köprünün ortasında sıkıca kucaklaştırmaya yetmiş(ti).
          Kürtlerin ve Türklerin barış’ının da hikâyemizdeki bu köprü’ye benzer bir bağa gereksinim gösterdiğini düşünüyorum.  İmralı’da kalan mahkûm Abdullah Öcalan’ın silahları susturma ve sınır ötesine çekilme talimatı tek başına kalıcı bir barış ve Kürt sorununun çözümü için yeterli olmaz. Barış sürecinin tıpkı hikâyemizdeki köprü gibi öfke ve düşmanlıkları sevgi ve kardeşlik duygularına dönüştürecek bir bağa ihtiyacı vardır. Bu bağ da eşit, adil ve demokratik bir çözümü içinde barındırmalıdır. Kürtlerin ve Türklerin özgürlüğüne ve eşitliğine dayalı ortak bir çözüm mutlaka sağlanmalıdır. Anayasa ve yasalarda eşit iki toplum yaratılarak ancak kardeşlik hukuku tesis edilebilir. Bunun dışındaki yaklaşımlarda muhataplardan birinin tüm paradigmalarından vazgeçmesi ya da tek taraflı olsa da teslimiyet göstermesi gerçekleşse dahi, halklar arasında kardeşlik köprüleri yerine ayrılık duvarları örülecektir. Irklara, kültürlere, dillere, dinlere, mezheplere ait şarkıların, öykülerin, metinlerin, ibadetlerin birlikte yaşamaları ancak isyanlara son verebilir. İşte o zaman, sevgi bulvarında birlikte yürümek çok hoş olacaktır.
 

YORUM EKLE