AHMET HAŞİM’İN ÖLÜMÜ

Bir zamanlar, müşterilerin veresiye taleplerini baştan önlemek için dükkânlara bir tabela asılırdı. Şimdilerde pek rastlanmıyor. Aslında bir tabeladan çok anlamlı bir tabloydu. Veresiye satan/peşin satan ayrımını gösteren bu tablo, dönemin başat zihniyetini net bir biçimde temsil ediliyordu. Tabloda veresiye satan, boş bir para kasasının yanında, ellerini alnına koyup kara kara düşünüyordu. Peşin satan ise tam tersine kasadan fışkıran paraların arasında, bacak bacak üstüne atmış, yeleğinin düğmelerini zorlayan göbeğinin üzerinden iki yana açtığı elleriyle keyif çatıyordu. Mesaj netti: mutluluk şişmanların tekelindeydi. Üzüntü ve keder ise zayıfların payıydı. Ölü Canlar’da Gogol da aynı şekilde düşünüyor: ”Gerçekten bu dünyada şişmanlar işlerini becermek hususunda zayıflardan çok daha ustadırlar. Zayıfların görevi pe o kadar önemli değildir. Zayıflar hiçbir zaman esaslı bir iş tutmazlar, odadan dışarı gider gelirler; hayatları sudan, güvenilmez bir hayattır. Oysa şişmanlar hiç de öyle iğreti, önemsiz yerlere bağlanmazlar; onlar doğrudan doğruya en esaslı yerleri tutarlar.” [Hilmi Yavuz, Budalalığın Keşfi, Timaş Yayınları,s.114]. Gogol diyor ki “Efendiler hayatta iyi yerlere gelmek için şişmanlamaya bakın”
Bu kural günümüzde kesinlikle ortadan kalktı. Şişmanlık artık farklı bir sembolizme dönüştü. Kolesterol, tansiyon ve şeker v.s.
Yukarıda Hilmi Yavuz’un ‘Genç Bedenler’ yazısından aldığım Gogol’ün bu satırların yanında yer alan Roland Barthes’ın nefis tanımıyla, ‘ince beden mitos’u vurgusu, bir yaşam projesi haline gelmiş durumda. Herkes genç veya yaşlı, zayıflamak için varını yoğunu harcıyor. Egzersiz salonları tıklım tıklım.
Barthes’ın en dikkate değer yorumu ise, insanların zayıflamak amacıyla ölümü biraz daha ertelemeyi ummaları. Şişmanlık ölüme davetiye çıkarıyor. Ölümü yakınlaştırıyor, bunun yanında, kişiyi iflah olmaz bir obur haline getiriyor. Oburluk düz hatta obeziteye dönüşüyor.
Bu meseleyi bana düşündürten ise Hadi Uluengin’in geçenlerde, Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili dolaşımdaki komploları eleştirdiği bir yazısı oldu. ‘Yine mi Komplo’ başlıklı ( Taraf, 09.04.2013) yazısında, Uluengin Özal’ın zehirlenmediğini, bir Türkmenistan ziyaretinde ‘önüne ne konulsa silip süpürdüğü’ için öldüğünü anlatıyor. “Sondan bir önceki başkent ise Aşkabat’tı. Akşam genişçe bir mekânda ziyafet verildi. Eski Sovyet protokolü uyarınca da o zamanki lider Saparmurat Türkmenbaşı ve Türkiyeli konuğu bütün salona yukarıdan bakan setteki bir masaya oturdular. Sanki tiyatrodayız ve sahnedeki iki aktörün yediği her lokmayı sayıyoruz. FAKAT aslında Turgut Özal yemiyor. Kelimenin tam anlamıyla yutuyor. Garsonlar tabağa ne koyarsa, ânında silip süpürüyor. Üstelik zaten iki kişi iki koluna girerek oturtulabilmişti, acaba kalkışı nasıl olacak? Zaten bütün seyahat boyunca hem yerinden kımıldamakta çok zorlandı, hem de her konuşmasında nefes nefese kaldı. Ortada normal olmayan bir şey var ki bunu anlamak için de hekim olmak gerekmiyor. AYNI masayı paylaştığımız Cengiz Çandar ve Fehmi Koru şahidimdir. Onların kulağına eğilip, “Yahu doktorunun eli armut mu topluyor? Böyle giderse ölecek” dedim. Keşke şom ağzımı kapatıp demez olaymışım. Çünkü Türkiye’ye döndük ve iki gün sonra da Cumhurbaşkanı’nın vefat haberi geldi.
Gel de şimdi Ahmet Haşim’i hatırlama. Nurullah Ataç’ın, şair hakkında yazdığı bir denemede (yazının hangi kitapta olduğunu bir türlü anımsayamadım. V.D.) Haşim’in ölümüne, kesinkes yediği son yemekteki yağlı dolmaların sebep olduğunu iddia eder. Peki, bu dolma hikâyesi doğru mudur? Yusuf Ziya Ortaç, bin bir türlü bir sevimlilikle yazdığı Ahmet Haşim portesinde (Bir Varmış Bir Yokmuş Portreler, s.98) dolma değil de domatesli pilav bir öyküsü anlatır: “Onu bir gün, sevgili evinden alıp Alman Hastahanesine götürdük: Yatağından çıkmış, giyinmeğe gitmişti. Yarım saat geçmiş, gelmemişti bir türlü. Merak ile odaları dolaştık, yok. Bir de baktık ki, mutfakta: Akşamdan kalma domatesli pilâv tenceresini kaşıklıyor!
—         Haşim... Ne yapıyorsun Haşim!... .
Diye üstüne atılınca mahzun mahzun boynunu bükmüştü: .
—         Bırak Yusuf Ziya, nasıl olsa hastahanede tuzsuz; kabak haşlamasından başka şey yedirmiyecekler. .
Sonra acı acı gülmüştü:
—         Ve nasıl olsa öleceğim, bari ağız tadiyle öleyim!'
 
Ne diyelim, Allah taksiratını affetsin.

YORUM EKLE