banner113

PATETİK BİR ŞAİR: LOKMAN KURTAY

PATETİK BİR ŞAİR: LOKMAN KURTAY

Aslında patetik[1] olan Lokman Kurtay değildir. Kurtay’ın, patetik şiir yazmayı çok arzuladığını da sanmıyorum. Tarihin kırılma noktalarında, bir saliselik ân’ın bile ‘hiç bitmeyecek bir acı’ yoğunluğuyla devindiği veya devinmeden kilitlendiği zamanlarda, şair, saf estetikten, örneğin, ‘ay ışığından’, ‘tatlı meltemlerden’ bahsetme lüksüne sahip değildir. Kelimeler değil, düşünceler konuşmak zorundadır. Şiirin kelimelerle yazıldığı elbette bilinir fakat kelime aslolan değildir artık. Heyecan, neşe, coşku değil, korku, elem, kahır, resmigeçit yapar. 

Sanat özgürlüğün çiçeklendiği iklimlerde gerçeklik kazanır. “Gerçeklik bizi özgür kılar” diyor bir Orta Çağ bilgesi. Özgürlük ile gerçeklik arasında bu doğru orantı, şairin zihninde, sanatın bir ‘yücelik’ olduğu izlenimini uyandırır. Oysa Lokman Kurtay’ın derdi ‘yücelikle’ değil; özgürlükle.

Lokman Kurtay’ın Bellek ve Ölüm’[2]ünde, göze çarpan temalar, yoğun bir şekilde, şiddet olgusu ekseninde filizlenen duyguların dışavurumunu oluşturuyor. Kimlik sorunları, nihilizm, psikotik fenomenler, anarşizm, can çekişen ruhlar.

Bu yazıda, özellikle Kurtay’ın şiirlerinin mahiyetine sinmiş şiddet kavramına dair bazı ön bilgiler vereceğim. Okuyucunun canını kuramsal bilgilerle sıkmamak gerekir, ama, ‘sarsılma’nın (hem somut hem de soyut olan) boyutlarını belirlemek için bu zorunlu görünüyor. Daha sonra metin üzerinde somutlaştırıcı örnekler vereceğim.

Şiddeti her zaman çift-kutuplu düşünmüşümdür. Birinci kutup, iktidarın pozitif hukuk aracılığıyla meşrulaştırdığı şiddet. Bu noktada şiddet sorgulanamaz bir biçimde, yasal bir güvenceye sahiptir. İkincisi ve bana göre en yıkıcı olanı (bu konuda farklı düşünenler olabilir) kültürün ürettiği şiddettir. Kültür moral değerler üzerinden baskı kurar. Onur konseptinden yola çıkarak örgütlenir. Örneğin, birçok erkek egemen kültürlerde, kadının arzuları dikkate alınmaz. Kadın sistematik bir biçimde, psikolojik şiddete maruz kalır. Şiddet psikolojik olanla sınırlı kalmaz, hattâ fiziksel çeşitliliklerde tezahür eder. Çarpıcı bir örnek için Bangladeş’deki kadınların uğradığı asit saldırılarını anımsayabiliriz. Asit saldırıları veya bilinen şekliyle, kadının yüzüne kezzap atılması, onun ebedi bir gösterge’yle damgalamasını beraberinde getirir.

Ve elbette bizde bir türlü bitmek bilmeyen namus cinayetleri…

Kültürün ürettiği şiddet bireyi patolojik bir nesneye dönüştürür. Şiddet, kimliğin ‘kriz hâli’ni diri tutar. Normalleşme hep gecikir. Beckett’ten ilhamla söylersek, beklenen Godot, yani normalleşme hiçbir zaman gelmeyecektir.

Geleneksel (veya kültürel) şiddet alternatif çözümleri sürekli dışlar. Yalnızca zor’u dayatır, empoze eder. Giorgio Agamben’in önerdiği ‘yalın hayat’ hep kesintiye uğrar. İster kültürün ister iktidarın yarattığı olağanüstü hallerde, yalın bir hayat kurmak yalnızca ham hayaldir. Başka bir şey değil.

Şiddeti sembollerle ifade etmekse, buzdağının altına saklanmaktır. Sembolleri ve maskeleri aralayınca, şiddetin yol açtığı yıkım gün yüzüne çıkar. 20.Yüzyılı istediğiniz kadar, ‘bilimselliğin altın çağı’ diye cilalayın, ‘siyasal ve ekonomik kökenli şiddetin 20.Yüzyılda,   148 milyon insanı öldürdüğü’ gerçeğini yok edemezsiniz.

Devam edeceğim.

 



[1] Patetik sözcüğünü, farklı anlamlarını da gözeterek, bu yazıda ‘dokunaklı, trajik olan’ anlamında kullanıyorum.

[2] Lokman Kurtay, Bellek ve Ölüm, Zîbeq Yayınları, İstanbul, 2012

YORUM EKLE
YORUMLAR
nurcan deger
nurcan deger - 11 yıl Önce

ahocacişkom ya niye okadr başka öğrencilerle samımısnız vla kızkandım haaaaaaaaaaaaa

derya leyla
derya leyla - 10 yıl Önce

örnek aldığım öğretmen.ne yapsa yakışır ona.sizi seviyoruz hocam.

nurullah aslan
nurullah aslan - 9 yıl Önce

Tek kelmeyle insanlara werdiginz bilgiden anlayistan onlari bilinclendirmenizden harikasiniz