Yarının Tüm Engelli Adaylarına!

 “Çağdaş ve Medeni” sayılan sistemlerle idare edilme sevdasında olan günümüzde de tanımlamaları dahi tartışıldı. Sakat mı, Özürlü mü yoksa engelli mi? diye tanımlanmaya çalışılanlar! Oysa onların bir tanımlanmaya değil sahiplenmeye ihtiyaçları vardı. 1400 yıl önce “Âmâ olan bir kişinin ona gelmesi (sebebiyle): Huzursuz oldu ve başını çevirdi (ilgilenmedi). 80/1-2" ayetiyle sahiplenenler…

İslam’a göre insan özü itibarı ile eşrefi mahlûkattır. Bu önem onun sahip olduğu dış güzellikten değil onu insan yapan insani değerlerindedir. Bu bağlamda Allah Resulü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah sizin ne biçimlerinize ne de bedenlerinize bakar fakat o sizin yüreklerinize bakar.” Hz. Aişe (r.anha), Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mesud gibi değişik büyük sahabelerden gelen bilgilere göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) defalarca -sefere çıktığı zaman- âmâ olan Abdullan İbn Ümmi Mektum’u (r.a) kendi yerine Medine’de halife/vali olarak bırakıyordu; insanlara namaz kıldırıyordu. Bacağından sakat olan Hz. Muaz bin Cebel, bizzat Peygamberimiz tarafından Yemen valisi olarak tayin edilmiştir.”

Âmâ bir sahabe olan Itban b. Malik Allah Rasûlü (s.a.s.)’ne gelerek “Ey Allah’ın Rasûlü! Benim gözlerim iyi görmüyor. Evimle kabilem arasındaki nehir, yağmur yağdığında taşıyor ve geçmem zor oluyor. Evime gelir bir yerinde namaz kılarsan orayı mescit edineceğim’ der. Bunun üzerine peygamberimiz, onun evine gidip orada namaz kılacağına söz verir ve ertesi sabah güneş doğup yükseldikten sonra beraberinde Hz. Ebû Bekir ile Itban’ın evine gider.  Eve girdiğinde ‘Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?’ buyurur. O da Allah Rasûlü (s.a.s.)’nün namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Rasûlullah namaza durur, arkasındakiler de ona uyarak namaz kılarlar.” 

Yine Efendimizin (s.a.s.) Abdullah b. Ümmü Mektum (r.a) ile yaşadığı şu hadise ve sonrasında onun hakkındaki tasarrufları konu açısından çok dikkat çekicidir. Allah Rasûlü (sav) bir gün Mekke’nin ileri gelen müşrikleriyle konuşuyordu. Tam o esnada âmâ sahabelerden biri olan Abdullah b. Ümmü Mektum geldi. Bir rivayete göre Hz. Peygamber, yüzünü Abdullah b. Ümmü Mektum’dan çevirip dana önce konuştuğu (Mekke’nin ileri gelen müşriklere) şahsa döndü. İşte tam da bu esnada, Yüce Allah’ın şu ayetlerine muhatap oldu: “(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi! Sen nereden biliyorsun. (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır, böyle yapma! 80/1–12”  

Zira cahiliye döneminde sosyal statüsü çok düşük olan fakirler, engelliler, köleler ve yetimler hakir görülmekte, aşağılanmakta ve dolayısıyla toplumdan dışlanmaktaydı. Bazı müşrikler Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) ile görüşmek istediği zaman değişik engelleri olan veya fakir insanlardan herhangi bir ferdin o mecliste yer almasına tahammülleri yoktu.

Toplum tam da bu anlayış içindeyken cereyan eden bir olay yüzünden bu ayet nazil oluyor.

Hz. Peygamber o sırada müşriklerin büyüklerinden birisiyle ikili olarak görüşmektedir. Âma/kör Abdullah İbn Ümmi Mektum söz konusu meclise geldiğinde; Öyle anlaşılıyor ki, kibrine yenik düşen bu inkarcı, maddi imkan ve konumu itibariyle fakir ve de kör olan İbn Ümmi Mektum’un yanında bulunmasından rahatsız olur. Zira o, kendi düşünce dünyasına göre, büyük ve çok önemli birisiydi, bulunduğu meclise sıradan/fakir insanlar gelmemeliydi. İşte o kibirli inkârcı bu durumu bir gurur meselesi yapıp surat asmış ve sonra da sırtını dönüp oradan ayrılmıştır. 

Yukarıda da değindiğimiz gibi birçok meal ve tefsirde bu ayetin peygamberimize bir ikaz olduğu söylense de şöyle de yorumlanmaktadır:

“Allah, önce ilk iki ayetle hadiseyi bizzat yaşayan Hz. Peygamber’e, o gün müşrik kişinin sergilemiş olduğu tavrı hatırlatarak başlıyor, sonra ona hitaben “(Ey Nebi), onun belki arınacağını veya alacağı öğüdün kendisine bir yarar sağlayacağını sana ne/kim bildirdi?” buyuruyor. “

Yeni tabiri caizse: Allah, peygamberine, böylesi tavırlar sergileyenlerden bir hayır bekleme; gelecekte de onlardan bir hayır gelmez diyordu…

Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde engellilere karşı sosyal farkındalık ve ilgi seviyesi gelişme halindeydi ancak yeterli değildi. Bu yüzden de toplumsal kaynaşma sürecinin hızlandırılması gerekiyordu. İşte bu yüzden de İslam peygamberi engelli sahabelere pozitif ayrımcılık/alaka gösterirdi diyebiliriz.

İslam anlayışı daha tam oturmamış cahiliye adetleri az da olsa yer bulabiliyordu ve bu yüzden de bazı sahabeler “Herkes bana bakıyor” kompleksiyle mecbur kalmadıkça topluma karışmıyorlardı. İşte Zahir İbn-i Haram (r.a) da bu sahabelerden birisiydi. Zahir İbn-i Haram, doğuştan gelen bazı bedenî kusurları sebebiyle yerleşim yerinden çok çölde yaşamayı tercih ediyordu…  Hz. Peygamber (s.a.s.),  utangaç huylu Zahir’in bu psikolojik problemini bilmekteydi.

Peygamberimizin bunlara ihtiyacı olduğundan dolayı mıdır, Zahir’i topluma kazandırmak için midir veya toplanan bitkileri onun adına pazarda satıp kendisinin ekonomik yönden bağımsız olmasını sağlamak için midir, bilinmez ama peygamberimiz (s.a.s.), Zahir’e çölden bazı bitki ve otlar toplayıp, bu siparişlerini de Medine pazarına getirmesini söyledi. Peygamberimiz bunu söylemekle yetinmeyip, ona pazardaki alışverişlerde ayrıca yardımcı da olurdu. Hz. Peygamber (s.a.s.) bazen, “Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz” diyerek, ona iltifatlarda da bulunurdu. Hz. Zahir de bundan fevkalade memnun oluyordu. Peygamberimizin sevgisini kazanmış olmak, ona bütün problemlerini unutturuyordu. Belki de Peygamberimiz bu yolla onu bütünüyle topluma kazandırmayı ve onu maddî-manevî yönden rehabilite etmeyi düşünüyordu. Biz buna çağımızda dillendirilen pozitif ayrımcılık da diyebiliriz.

Bir gün Zahir (r.a), alışveriş yapmak için, en kalabalık olduğu saatte Medine çarşısına gelmiş, tenha bir köşede Peygamberimizi (s.a.s.) beklemekteydi. Şefkat ve merhamet Peygamberi, arkasından sessizce ona sokuldu ve elleriyle Zahir’in gözlerini yumarak, kendisine doğru çekti. Korkusundan önce, “Sen kimsin? Beni bırak!” diye bağıran Zahir’in burnuna güzel kokular gelmeye başlayınca vücuduyla Hz. Peygambere (s.a.s.) iyice yaslandı. Peygamberlerinin o güne kadar hiç kimseye bu denli mesafesiz davranmadığını bilen etraftaki insanlar, hayretten büyüyen gözleriyle bu ilginç manzarayı seyrettiler.

Peygamberimiz (s.a.s), tebessüm ederek yüksek sesle haykırdı: “Bir kölem var. Satıyorum. Onu benden kim alır?” Zahir: “Yemin olsun ki ey Allah’ın Elçisi, beş para etmez bir sakat köleyi satmaya çalışıyorsun.” İşte o anda peygamberimiz dikkatleri kendilerine çevrilmiş olan kalabalığa seslenerek, Zahir’i bir bütün rehabilite edecek ve hiç kimse karşısında en küçük bir sıkıntı hissetmeden, rahat ve başı dik olarak yaşayabilecek kadar etkileyecek bir şey söyledi: “Hayır, ya Zahir, and olsun ki Allah ve Allah’ın Resulü katında senin değerin paha biçilmez! Bunun için biz de seni seviyoruz.”

Umeyr b. Adiy’i hakkında ise; “O, âmâ değildir; asıl gören odur” diyor zaman zaman ziyarete giderdi. Hz. Peygamberim (s.a.s), bazen de sahabeleriyle Umeyr b. Adiy’i ziyaret ediyordu. Sahabeleriyle birlikte bu ziyareti gerçekleştireceği zaman “Kalkın, Vakıfoğulları’ndan şu iyi gören adamı ziyarete gidelim” derdi.

Peygamberimizin (s.a.s); “Âmâya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.” dediğini de Ebû Zer (r.a) bize bildirmektedir…

Her birimiz yarının engelli adayıyız. Hele bir de asrımızdaki savaş, iş ve trafik kazaları da eklenirse yarından da yakın engelli adayı olduğumuzu söyleyebiliriz…

Yarın engelli olmayacağımızı hangi birimiz taahhüt edebilir!

Kulağı sağır olan değil vicdanı sağır olan, gözleri görmeyen değil kalp gözü kör olan sakattır, özürlüdür, engellidir. İçinde sevgi olmayan her kalp, beyin ve beden engellidir!

"Engelli"liği Beyinde değil de Bedende Sananlar, Hala Beyinlerindeki Engelleri Aşmamış olanlardır.

 

 

{ OHAK-DER Başkanı MB. Hedbi }

YORUM EKLE