SURİYE KRİZİNDE KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN KONUMU

SURİYE KRİZİNDE KÜRESEL VE BÖLGESEL AKTÖRLERİN KONUMU
Ortadoğu coğrafyası açısından 20. yüzyıl derin insani dramlara sahne oldu. Ortadoğu’daki ülkeler, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri; İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin topraklarını nüfuz bölgelerine ayırmaları ile şekillendi. II. Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu uluslararası ilişkiler sisteminde, bölge, ilki İsrail’in kurulduğu 1948’de başlamak üzere 1967 ve 1973 yıllarında Arap-İsrail savaşlarına sahne olmuştur. Bu süreçte, Mısır, Suriye ve Irak başta olmak üzere bölge ülkeleri, askeri darbelerle kurulan ve Soğuk Savaş dengeleri içinde yönetimde kalmayı başaran iktidarlar tarafından yönetildi.
1990’ların Doğu Bloku ve Varşova Paktı’nın çöküşü ile Doğu Avrupa’da başlayan demokratikleşme akımı, Kasım 2010’dan itibaren “Arap Baharı” adı verilen halk hareketleri ile Ortadoğu coğrafyasında etkili olmaya başladı.
           Arap baharının etkisiyle bir yıl önce Suriye’nin Ürdün sınırındaki, Dera kentinde başlayan olaylar, Suriye yönetiminin halktan gelen meşru talepler karşısında rejimin dönüşümünü sağlama yolunda gerekli anayasal ve hukuki adımları atmak yerine ölçüsüz şiddete başvurması sonucu muhaliflerin de silahlanmasıyla tam bir iç çatışmaya dönüşmüştür. Hama ve Humus kentleri başta olmak üzere, çatışmanın meydana geldiği birçok yerleşim yeri büyük ölçüde tahribata maruz kalmış, hayatını kaybedenlerin sayısı binlere ulaşmıştır.
Suriye’de hükümete bağlı ordu birlikleriyle silahlı muhalif gruplar arasındaki iç çatışma bütün hızı ile devam ederken, beklentiler, Esad rejiminin Tunus ve Mısır’da olduğu gibi uluslararası toplumun baskıları ve muhaliflerin saldırıları karşısında dayanamayıp iktidarı bırakacağı doğrultusunda olmuştur. Ancak Suriye konusu ile ilgili gelişmeler söz konusu beklentiler doğrultusunda olmamıştır. Özellikle Rusya ve Çin’in Soğuk Savaş dönemi politikalarını çağrıştırır şekilde Birleşmiş Milletler’de Suriye aleyhine alınacak kararı veto etmeleriyle Suriye rejimine arka çıkmaları, üyelerini krallıklar ve monarşik rejimler tarafından yönetilen Arap ülkelerinin oluşturduğu Arap Ligi’nin olaya doğrudan ve fiili müdahalede bulunmak gibi bir güç ve pozisyonunun olmaması, Suriye’deki olayların seyrini yakından etkilemektedir. 
           Bir bakıma uluslararası sistemin ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri anlamda bir mücadele arenası olduğu da söylenebilir. Sisteme bu pencereden bakıldığında küresel güçlerin bir ülkedeki bir olaya verdiği tepki o ülkenin sistem içerisindeki yerine bakılarak anlamlandırılabilir. Suriye geçmişten bugüne uluslararası sistem içerisinde güçlü devletlerin ilgi alanı içinde buluna gelmiştir. Suriye’ye yapılacak askeri müdahale kimin işine gelir? Bu soruyu cevaplandırmak oldukça zordur. Küresel ve bölgesel güçler açısından müdahalenin küresel riskler taşıdığını söylemek mümkündür. Buraya yapılacak bir müdahalede İsrail’in ve İran’ın konumları müdahalenin çapını genişletebilir. Ortadoğu’da yeni bir savaş çıkarabilir. Bu riski göze alabilecek ne bir devlet ne de bir ittifak görünüyor. Bundan dolayı hiçbir uluslar arası güç kolay kolay müdahalenin başını çekmeye yanaşmaz.
           Suriye, coğrafi konumu, farklı mezhep ve etnik grupları barındıran nüfus yapısı ve karmaşık dış politika bağlantıları nedeniyle bölgenin fay hattı olarak görülmektedir. Bölgesel rekabetin geçiş noktası olan ülkede yaşanan gelişmeler doğal olarak ülkenin önemini hem komşuları hem de bölge için kritik hale getirmektedir. Konjonktür gereği küresel ve bölgesel güçlerin durumunu Suriye açısından değerlendirecek olursak;
ABD:
         
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel sistemdeki her gelişme karşısında aktif pozisyon alan ve oyun kuruculuk rolünü üstlenen ABD, Arap Baharı karşısında aşırı ihtiyatlı, ön plana çıkmayan, düşük profil sergileyen ve gelişmeleri perde arkasından izlemeyi tercih etmektedir. ABD’nin Suriye ile olan ilişkileri son yarım asırda çoğu zaman gergin bir seyir izlemiştir. Arap-İsrail çatışmalarında ABD’nin her zaman açıktan İsrail’i desteklemesi, Şam’ın ise dış politikasını Tel Aviv karşıtlığına odaklaması Suriye’yi ABD’nin de dolaylı düşmanı haline getirmiştir. ABD’de iç siyaset gereği Obama yaklaşan seçimler nedeniyle Suriye'de askeri operasyona karşı durmakla beraber, şimdilik olası bir askeri müdahaleyle bölgenin fay hattı İran ile karşı karşıya gelmek istememektedir.
AB:
        1990’ların ilk yarısında önce Körfez Krizi, ardından Balkanlardaki savaşlar AB’nin ulus devletlerin birliği olduğunu ve ortak bir dış politika geliştirme konusunda son derece yetersiz olduğunu çarpıcı bir biçimde ortaya koydu. Başını Fransa, Almanya’nın çektiği AB ile “ABD’siz olmaz” diyen İngiltere ve çevresindeki AB üyeleri için ortak bir dış politika geliştirmenin ne kadar zor olduğu her krizde ortaya çıktı. Her ne kadar AB üyesi ülkelerin Suriye konusunda neredeyse hiç olmadığı kadar aynı görüşte olmalarına rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve ortak bir politika geliştirebildiği ise kesinlikle söylenemez. AB’nin aldığı tedbir ve yaptığı açıklamaların Esad’ın politikalarını ve uygulamalarını engellemekten son derece uzak, sembolik çıkışlar olduğu da net biçimde ortaya çıkmıştır. Ekonomik kriz ile başı dertte olan Avrupa, Suriye olaylarını ikinci plana ötelemiş durumda. 
ÇİN:
           Çin, Tibet'te ve Sincan'da iki muhalefet hareketiyle mücadele ediyor. Çin, iki hareketle mücadelede askerî güce başvuruyor. Bu yüzden Tibet ve Sincan'da iki değişim hareketini reddederken Suriye'de değişim hareketinin taleplerine karşılık veremez. Bunla birlikte Çin tarafı, en çok Batı ülkelerinin Suriye’ye yönelik askerî müdahalesinden endişe duymaktadır. Şu ana kadar bir askerî müdahale hazırlığı yoktur, ancak Esad’ın istifa etmesi talep edilmektedir. ABD de henüz bir askerî operasyona karar vermiş değildir. Buna rağmen Çin böyle bir ihtimalin mevcut olduğunu sürekli vurgulamaktadır ve sonuçta Suriye’nin ikinci Libya olacağını ileri sürmektedir. Dahası Çin, Obama'nın açıkladığı ABD'nin 'Atlantik'ten Pasifik'e dönüşüm' söylemi altında bölgeye hegemonyasını dayatmak için Asya kanalıyla etrafını kuşatma girişiminden artan bir endişe duyuyor. Çin’in, Libya askerî müdahalesinden çıkardığı sonuç, siyasî dönüşümün acele başlaması kargaşa ve felakete neden olduğudur. Çin Suriye krizinin ancak siyasal reformla çözüleceğini ileri sürerek, Suriye’nin siyasal dönüşümü Beşşar Esad yönetimi ile ancak gerçekleşeceğini ve tepeden aşağı doğru bir dizi reformla sonuç alabileceğini ortaya koymaktadır.
 ARAP BİRLİĞİ:
           Yirmi iki üyeli Arap Birliği’nin, Suriye politikasını karmaşıklaştıran en önemli unsuru; Suriye krizinden doğrudan etkilenecek komşu ülkeler ile diğer bölgesel aktörler arasındaki görüş ayrılıklarıdır. Örneğin; Suriye’deki rejim değişikliğinin Lübnan’ın kırılgan etnik ve mezhep dengesini bozacağından endişe eden Lübnan, bu anlamda Suriye’ye yönelik üyeliğin dondurulması gibi pek çok kararda ret oyu kullanmıştır. Suriye krizinin çözümlenmesinde dış müdahalenin ciddi sorunlar yaratacağı geniş bir kesim tarafından kabul edilmektedir.
RUSYA:
           Batı’nın Suriye politikalarına karşı Çin ile birlikte hareket eden Rusya, Suriye’de yaşanan olayları, ilişkilerinin sahip olduğu tarihsel derinlik ve karşılıklı menfaatler çerçevesinde yakından izlemekte ve daha temkinli davranmaktadır. Arap Baharı ile Ortadoğu’da yaşanan rejim değişiklikleri ve eski yönetimlerin yerine batı yanlısı yönetimlerin gelmesi ihtimali Rusya’da bölgedeki etkisini yitireceği endişesi yaratmıştır. Rusya Suriye hususunda daha etkin bir politika izlemiştir, bunun nedenleri Suriye’nin coğrafi açıdan sahip olduğu öneme ek olarak Rusya’nın bölgede sahip olduğu ticari üstünlük tür. Rusya, Sovyet ardılı ülkelerde yaşanan renkli devrimlerden sonra Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere şüpheci yaklaşmakta, bölünmüş bir Suriye devletini istememektedir. Rusya, Suriye’ye yönelik bir dış müdahale istemediği için BM çatısı altında 4 Şubat 2012’de alınan ambargo kararını veto etmiş ve sorunu Esad yönetiminin çözmesi gerektiğini söylemiştir. NATO müdahalesi ile değişen Libya yönetiminde Rusya hem silah ticaretinden hem de ülkedeki petrol/gaz yataklarının işletilmesi, alt yapı inşasında elde edilecek kârlardan mahrum kalmıştır. Benzer durumu Suriye’de yaşamamak için mümkün olan son ana kadar Esad rejimine desteğini sürdürecektir. Rusya Akdeniz’deki tek askeri limanı olan Tartus’u kaybedebilir ve bu durum Rusya’nın yeniden aktif bir dış politika izlemeye başladığı dönemde hiç istemeyeceği bir gelişme olacaktır. Rusya, Suriye’de yaşanan olaylara karşı çok boyutlu bir politika izlemektedir
TÜRKİYE:
           Suriye Krizi’nde, İslam ülkeleri arasında demokratik bir ülke olması dolayısıyla özgün bir yeri olan Türkiye’nin Suriye halkı için demokrasi talebiyle dış politika rotasını belirlemesi doğaldır.
İRAN:
           İran, Suriye’de yaşanan gelişmeleri dış destekli bir proje olarak değerlendirmektedir. İran’ın Suriye’deki rejime sahip çıkmaya ve bu rejimle ortaklığını sürdürmeye devam edeceğini söylemek mümkündür. Suriye’deki olayların üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, İran’ın aksi bir davranış sergilememiş olması ve hatta bu ülkeyle birçok yeni yatırım ve ticaret anlaşması yapması İran’ın Suriye yönetimine desteğinin süreceğini göstermektedir. İran, Suriye’ye verdiği desteğin dini değil tamamen ideolojik ve stratejik nedenlere dayandığını dile getirmektedir. İdeolojik olarak İran’ın en büyük iki düşmanı Amerika ve İsrail’dir ve ilkesel olarak, Amerika ve İsrail’in yanında duranların karşısında yer aldığını, bu iki devletin karşısında duranların ise kendisinin dostu olduğunu ifade etmektedir. Stratejik olarak ise Suriye, Orta Doğu’da İran’ın ortağı, destekçisi, tek müttefikidir. İki devlet de İsrail ile mücadelede ortak hareket etmekte, Lübnan siyasetinde çıkar ortaklığı ile işbirliği yapmaktadırlar.
SONUÇ:
       Küresel sistemdeki her güç, politik pozisyonuna göre hamle yaparak etkinlik kurmak istiyor. Oyuncular, aktörler, oldukça fazla görünüyor. Sorun, Suriye’nin iç politik dengelerinin yerine oturtulmasıdır. Etnik, dinsel ve toplumsal dengeler dikkate alındığında bunun hiç de kolay olmayacağı ortadadır.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
YORUM EKLE
YORUMLAR
coşkun
coşkun - 12 yıl Önce

iyi de kardeşim geçiyorsunuz masa başına açıyorsunuz önünüze ortadoğu haritasını yapıyorsunuz analiz başka bir şey varmı? yok. bunları neden uygulamıyorsunuz. lütfen cevap yazınız.

Kahraman Oblomov
Kahraman Oblomov - 12 yıl Önce

suriye krizini düşününce, yazar, meseleyi bölgesel matris içinde ele alıp fevkalade ilginç noktalara temas etmiş.

selma
selma - 12 yıl Önce

sayın şahin; değerli görüşlerinize katılıyorum.

Fevraham
Fevraham - 12 yıl Önce

her zamanki gibi engin ve geniş bilginizle topluma ışık tutmuşsunuz. yeni yazılarınızı dört gözle bekliyoruz. başarılar.....

Fevraham
Fevraham - 12 yıl Önce

sayın coşkun, strateji uzmanlarının görevi geleceğe ışık tutmaktır. yetkililerimizin görevi de bu ışık/ışıklardan faydalanıp geleceğe güven içinde yürümektir. bu işler böyle yapılır. abd bu iş için türkiye nin milli sermayesi kadar finans ayırıyor. türkiye'de yakında bu işe yeteri kadar önem verip gerekli özeni gösterdiği ve bu ışıklardan faydalandığı zaman işte o zaman birşeyler olacaktır... saygılar

edasu
edasu - 12 yıl Önce

saptamalarınız ve tespitleriniz için sizi ortadoğu strateji uzmanları toplantısına davet ediyoruz. teşrif etmeniz bizi ziyadesiyle mutlu edecektir. davetiye e-postanıza yollandı.

coşkun
coşkun - 12 yıl Önce

sayın fevraham; beni yanlış anladınız benim demek istediğim böyle değerli strateji uzmanlarının bizatihi sahada bu düşüncelerinide uygulamasıdır.hayıflandığım nokta burası. keşke dediğiniz gibi yetkililerin bu ışıklardan faydalanabilmesi bizi mutlu eder. saygılar.

mehmet Ali
mehmet Ali - 12 yıl Önce

herkese selam