banner113

ÖLÜM ANKİSİYETESİ ÜZERİNE...

İnsan doğası gereği doğar, büyür ve ölür. Bu, tüm insanlar tarafından bilinen ve kaçınılmaz bir gerçektir. Ne var ki, çoğu insan ölümü kendinden uzak görür. Özellikle gençlerde ölümün geçtiği bir konuşma ya da konu çok itici gelir. Bu, insanın dünyada ebedi kalma arzusundandır.
Hayatın kovalamacası, uğraşı içinde debelenen insan kendini ebediliğe o kadar kaptırır ki, dünya hayatının bir gün son bulacağı gerçeğini gözardı eder.Bu durum var olan bir gerçeği görmezden gelme(Psikolojide bir olumsuzluğu olumluyla söndürme de denir.) düşüncesi doğurur. Ölüm ankisiyetesinin dozajı bu noktada katlanır. 
Herkesçe bilinen bir gerçek, bazılarında kaygı düzeyinin kontrolsüz artmasına neden olur. Bu gerçekle yüzleşilmediği müddetçe, ankisiyetif durumlar da paralel olarak devam eder. Bu durum yaşadığı zaman dilimini de etkiler ve alın size hayattan tat almayan, hemen hemen her şeyi anlamsız bulan insanlar...
Peki bunun üstesinden gelinemez mi? Tabii ki gelinir. Öncelikle bu konuda kendini kandırmaca bir kenara bırakılıp gerçekle yüzleşilmeli. Daha sonra bu durumun aslında yok oluş değil, yeni bir başlangıcın olduğu farkındalığının sağlanması gerekir. Ardından bu ankisiyetenin kişinin yaşadığı anı da etkileyip içinde bulunduğu zaman dilimini de gerçekte yaşanmamış gibi bir ruh haline sürüklediği farkındalığının da sağlanması gerekir. Unutmayalım ki, ölüm ankisiyetesi ruh halini de olumsuz etkileyip insanın yaşadığı ya da yaşaması gerektiği bir hayatın var olduğu gerçeğini görmesini engeller.( Burada vurgulamak istediğim, ölümü yok saymak değil; ölümle ilgili aşırı kaygı düzeyinin yol açtığı nedenleri belirtmektir.)
Yapılması gereken bu korkuyla yüzleşip bunu yenmek ve acısıyla, tatlısıyla, hüznüyle, sevinciyle yaşanması gereken bir hayata adapte olmaktır.

YORUM EKLE