Bir Bayram Yazısı ve Bugünlerimiz…

Günler sayıyordum….

   Ve her biten gün için evin damına, her akşam küçük bir taş atıyordum. Sonrada dama çıkıp kaç gün kaldığına dair hesabı parmaklarımla yapar dururdum.

   Bir yerden duymuştum, otuz taşın ardından güzel günlerin geleceğini…

   Son günlere doğru bende uyanan his ve heyecanın, yıl boyunca süregelen özlemlerime nefes aldıracak zamanın titrek ve hızlı ilerleyişine zemin hazırlıyordu sanki…

    Bir yandan anne babamın Ağustos sıcağındaki oruç telaşları, diğer yandan benim bakır tellerden satarak biriktirdiğim harçlığımın heyecanı ve öbür yandan gelecek günlerin, ümit ve berrak zihnime vereceği güzel gün ile ilgili yapacağım planları düşünüyordum.

     Hazırlıklarımın sonu bitmek üzere idi ve daha iki ay öncesinden merakıma, hayallerimin şemsiyesini gölge yapmıştım.

     Anneme: Kaç gün kaldı diyordum?

     Az kaldı, git taşlarını say, anlarsın diyordu.

     ***

     Babamın kavak ağaçlarında yaptığı ve dama çıkma esnasında bize elli defa “Bismillah” dedirten Allah’a emanet merdivenin üzerinden taşları saymaya gittiğimde; ayağımın içindeki pabucumu hüzünle süzdüm. Annemin tüp üzerinde ısıttığı bıçak ile yama yaptığı naylon ve beyaz renkli ayakkabımın üstündeki delikler kapanmış, hayli yıpranmıştı. Tabanı incelmiş, daha önce yapılan yamaları sökülmüş ve yeni yamalara fırsat verecek tek tarafı ve tek bir parçası bile kalmamıştı.

      Bu aralar da evin dış kapısının her açılışında babamın elindeki eşya filesini ilkönce ben alır ve hafifçe karıştırırdım. O gün yine böyle bir gündü ve dış kapının mandalından “tak û rak” diye bir yankılanma çağrısını işitince, hızlı adımlarla gelen çağrıya doğru yürüdüm.

    Demirden yapılmış ve açılınca zil vazifesini gören evin dış kapısını açar açmaz; gri renklerle örülmüş filenin içindeki (Sola Qîrînî) lastik ayakkabıya gözüm ilişti. Öyle kapalı kartonun içinde değildi, süslü püslü bir poşeti de yoktu. Sade ve şeffaf bir naylonun içinde duruyordu.

    Ruhumu taşan duygusallığımı eski pabuçlarımın içine gömerek; lastikten yapılmış ve kapkara tabiri bile simsiyah rengini karşılamayacak olan (Sola Qîrînî) ayakkabımın bir ferini sol yanıma, diğerini de sağ yanıma alarak yüreğimin üstüne aldım, iki elimle de kalbimin sesini bastırarak sıkıca göğsüme değdirdim.

   ***

    Bayramı bekliyordum ve onu başucumdaki yastığımın yanına değil de; yorganın altında ve kokusunu hissederek saklamalıydım.

     Üzerimdeki fanilayla dükkânda sergilenir iken tozlanan yanlarını sildim. Parlamış renkleri solmasın, kimse dokunmasın ve çabucak eskir diye ayaklarımda denemekten bile çekindiğim ayakkabımı tekrar poşetin içine yerleştirdim. Ellerimi üzerinde gezdirdim, kokusuna biraz daha aşina olayım diye kucağıma alıp sıkıca tekrar yüreğime doğru bastırdım.

    “Bunu da bir ay içinde yırtar atarsın. Bu üç ay içinde aldığımız ikinci canavar. Biz çocuk iken yılda bir canavar ayakkabı ile idare ediyorduk. Bu bayramda giy, sonra tekrar onu kaldır. Öbür bayramda giyeceksin ha! Benden başka ayakkabı istemeyin” diye kızıyordu ve ardından “Bak hanım! Sende oğlunu tembih et, ayakkabını taşlara vurmasın” Diyordu Babam…

       Merdivenlerden dama çıktım. Yere serilen yatağımın yanına taşlarımı aldım. On beş tanesini eski ayakkabımın bir ferine, diğer on beş tanesini de öteki ferine koyup saydım. Otuz taşım olmuştu. Yaz gecelerinden gökyüzünde parlayan yıldızları da selam çakarak adını yeni öğrendiğim canavar ayakkabımı bir kez öptüm. Yıl boyunca topladığım harçlığımı saydım ve yünden yapılmış döşeğimin altına sakladım.   

      Gökyüzü karanlığında parlayan yıldızlardan gözlerimi yana doğrultarak, sabah’ın ilk ışıkları ve minareden yükselen ezanın sesi, beni kesin uyandıracak rahatlığı ile gözlerimi kapattım, üzerime yorganımı çektim.

      Yarın erken kalkmalıyım. Çünkü yarın bayram…

      ***

      Evet, bu bayram çocuklar içerde, çocuklarına bayramlık elbisesi/ayakkabısı almayan nice insanlar, kılamadığımız Cuma namazları ve teravihler; bu bayramı bir hüznün/üzüntünün/özlemin duyguları ile geçiriyoruz.

      Al(ma)dığımız bayram şekerleri, ev ev gezerek ellerindeki poşetlere dolduramayan/ alamayan çocuklar,

      El öpmediğimiz vefaya muhtaç büyüklerimiz ve harçlıklarımız..

      Yarın Bayram ve canavar ayakkabılarını arkadaşlarına gösterecek bir halimiz bile kalmadı; belki ayakkabısı olmayanları kıskandıracak arkadaş da bulamayacağız ve belki de bize bir şeyler anlatacak ve çocuk gözlerimiz dolacak dostlarımız ile etrafta ve kapımızı çalacak tanıdıklar da olmayacak…

      Efendim Ramazan Bayramınız mutlu ve mübarek olsun…

YORUM EKLE