BELLEK VE ÖLÜM ÜSTÜNE İKİNCİ YAZI

BELLEK VE ÖLÜM ÜSTÜNE İKİNCİ YAZI
Lokman Kurtay’ın Zîbeq Yayınları’ndançıkan Bellek ve Ölüm adlı şiir kitabı için yazdığım ilk yazıda, şiirindeki odak imge’nin, şiddet sözcüğünde gizlendiğini belirtmiş ve şiddetin hem kültür hem iktidarla yakın bağıntıları olduğunu söylemiştim. İlk yazı daha çok şiddetin teorisine ayrılmıştı. Bu yazıda, Kurtay’ın şiirlerindeki ‘iç anlam’ları deşeceğim.
Şair sözcükleri diriltendir. Kültür tarihinde, her kodun ister kapalı (mecaz) ister açık (leksik) olanla kurduğu ilişki, sözcükler aracılığıyla sağlanmıştır. Felsefenin, 20. yüzyıldaki büyük isimlerinden Ludwig Witgenstein’ın, o bilinen mottosunda söylediği, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.” şeklindeki ifadesinin, yaşam-dünyası’nın, ancak sözcüklerle temsil edilebilecek kısmının hakikat’i oluşturduğunu imliyordu. Dolayısıyla şairin dile getirdiği hakikati kurabilmek, ancak ‘sözün gücü’yle mümkündür
Daha önceki yazımda, Lokman Kurtay’ın şiirlerinde, sözcük’ten çok anlam’ın öne çıktığını vurgulamış ve düşüncelerindeki yoğun negativizm’in de başat olduğunu ifade etmiştim. Kurtay’ın Bellek ve Ölüm’ün başlarındaki şu dize her şeyi açıklıyor aslında:
Yatağımın kenarında ölü sözcükler buldum
Şöyle bir tespite sanırım kimse itiraz etmeyecektir. Modernleşmesini sağlıklı bir kalıpta tutmuş toplumlarda, yaşam-dünyası, son derece rasyonel ve standarttır. İnsan hakları, bireycilik, kültürel çoğulculuk, sivilleşme başarılmış konulardır. Bu alanlarda herhangi bir sıkıntı yoktur. Oysa Türkiye gibi ülkelerde, sürekli bir araf durumu söz konusudur. Mensupları ‘standart’ olanın dışında kalan bu araf’ta, bilinç, çürümüş bir tarihte kaybolur. İnanmıyorsanız Oğuz Atay veya Tanpınar’ın metinlerini okuyun. O yüzden:
Karanlığımın puslu isi
Irzına geçilmiş kadim geçmişim
Kanar toprağının kutsal dölü;
Göçebe, tedirgin, mağlup…
Hep göçebe, hep mağlup, hep tedirgin kişilik, arafın karanlığında patolojik bir döngüde sallanır. İş sonradan aklın nesnellikten kopmasına varır. Yani kişilik nihilizme, envai çeşit akıl hastalıklarına savrulur. Hiçbir reçetenin tedavi edemeyeceği şizofrenik bellekler meydana gelir.
Çölleşir ruhumun parçalanmış irini.
Yalnızca ruh mudur bu durumdan etkilenen? Elbette hayır: “Katre katre titreyen beden” aniden “Sur sesiyle irkilir”. Özlemle beklenen havari ancak “sonsuz yalnızlık’ olur.
Travma mekanik bir biçimde başka travmalar doğurur: “Histerik bir acıyla yoğrulan / Travmadan Beslenen Çocuklar Doğardı”
Benim, ağır bir havanın eşlik ettiği bu kötürüm duyguların dünyasında yazılmış dizelerde, belirli bir umut, belirli bir sağaltma göremememin tek sebebi, kesinlikle, bu mezbahadaki kişilik’in içler acısı halidir. Kuşkusuz başka im’ler de, aranırsa, bulunabilir.
Umberto Eco’yla bağlalayım: “Ben şiirsel etkiyi, bir metnin hiç tükenmeksizin her zaman birbirinden farklı okunuşlar yaratma yeteneği olarak tanımlayabilirim”
YORUM EKLE
YORUMLAR
mehmet kılıç
mehmet kılıç - 12 yıl Önce

ben de bu kitabı okuduğumda şaşırdım. şairden ziyade bir düşünürün dünyasını görüyorsunuz. şairin güçlü imgeleri var. şiir mi deseniz, felsefe mi, psikoloji mi, laberint mi? yazar yaşadığı çağın güncel sorunlarını ve psikolojisini farklı bir üslupla anlatmış. iki defa okudum. bir daha okuyacağım.